ANAYASA MAHKEMESİNDE BİREYSEL BAŞVURU YOLU
KANUN TASARISI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER
12 Eylülde kabul edilen referandum sonucunda değişen Anayasa’mızın 148. Maddesi
uyarınca yapılacak bireysel başvuruları karara bağlamak görevi Anayasa Mahkemesi’ne
(“AYM”) verildi. Bu ay da AYM’nin yapısını yeniden düzenleyen Kanun Tasarısı
hazırlanarak Meclis Başkanlığına sunuldu. Bu Kanun tasarısı ile kurulmak istenen bireysel
başvuru yolu büyük ölçüde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sistemini örnek almış
görünmektedir.
Kanun Tasarısı ile AYM bünyesinde bireysel başvuruları değerlendirecek kurullar iki
düzeydedir. Bunlar; usul kuralları bakımından kabul edilebilirlik incelemesi yapmakla görevli
Komisyonlar ve esas bakımından incelemeyi yapacak olan Bölümler’dir. Kurul oluşumları
bakımından AİHM sisteminde dairelerin içinden çıktığı “Bölüm” mantığı aynı şekilde bu
Kanuna alınmıştır. Kabul edilemezlik incelemesi bakımından AİHM’deki “Komite” sistemi,
AYM için Komisyon adıyla yer almış gibi görünmektedir.
Ancak Kanun Tasarısında Komisyonların kaç adet olacağı ve kimlerden oluşacağı
hakkında belirleme yapılamaması ve konunun içtüzüğe bırakılması Kanun garantisinden
yoksun bir Mahkeme oluşturulması riskini taşıdığı için önemli bir eksikliktir.
Bireysel başvuru konusu yapılabilecek haklar; Anayasa’da yer alan temel hak ve
hürriyetlerden sadece AİHS’de veya ek Protokollerden Türkiye’nin taraf oldukları
kapsamında düzenlenmiş olanlardır. Bu durumda örneğin Anayasa’nın 3. Bölümünde yer alan
ve sosyal ve ekonomik haklardan bir kısmı bu nedenle AYM önünde bireysel başvuru konusu
yapılamayacaktır. Bu durum AYM önünde bireylere tanınan bu yeni dava yolunun etkinliğine
ve samimiyetine ne yazık ki gölge düşürmektedir.
Bireysel Başvuruda Ön İnceleme-Kabul Edilebilirlik
AYM önünde bireysel başvuru yapabilmek için aranan usuli kabul edilebilirlik şartları
büyük ölçüde AİHM sistemindekiler ile benzerlik taşımaktadır. Öncelikle başvurucu
bakımından somut mağduriyet kriteri anlayışı benimsenmiştir. Başvuru yapabilecek olanlar;
güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenen kişiler olarak belirlenmiştir. Ayrıca, başvuruya
konu şikâyetin, olağan yargı yollarında dava konusu yapılmış olması ve yargılamanın bitmiş
olması aranmaktadır. Yani AİHM sistemindeki iç hukuk yollarının tüketilmesi anlayışı,
burada da geçerlidir. Yine hak ihlali iddiası, idarenin bir eylemsizliğinden kaynaklanıyorsa
mevcut idari başvuru yollarının da kullanılması ve sonuç alınamıyor ise bireysel başvuru
yolunun kullanılması mümkün olabilecektir. Süre bakımından da normal hukuk yollarının
tüketilmesinden itibaren 30 günlük bir sürede bireysel başvurunun yapılması düzenlenmiştir.
Ancak AYM önündeki bireysel başvuru temel haklara ilişkin ayrı bir hukuki çalışmayı
gerektirdiği ve hak sahiplerinin karar vermesi, hazırlık vs. düşünüldüğünde bu süre yetersiz
bir zaman dilimidir.
Diğer yandan AYM’deki bireysel başvuru açısından; Anayasa’daki hakların
yorumlanması ve hakkın kapsamının belirlenmesi bakımından önem taşımayan ve kişi
bakımından da zararın önemsiz olduğu durumlara özel bir kabul edilemezlik kriteri daha
getirilmiştir. AİHS sistemine 14. Protokol ile eklenen yeni kabul edilebilirlik kriterinin
aynısıdır. Tabii bu kriterin içeriği net olarak içtihadi güvenceye kavuşmadıkça hukuk
güvenliğini tehlikeye düşürebilecek sakıncalı bir düzenlemedir.
Bireysel Başvurunun Esastan İncelenmesi
AYM bünyesinde kurulacak olan ve “Bölüm” adı verilmiş olan, Türk hukuk jargonu
bakımından yeni bir kurul sistemi getirilmektedir. Bölümler, esas hakkındaki incelemeleri
sırasında, temel hakkın ihlaline sebep olan durumun, bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin kendisinden kaynaklandığı sonucuna varırlarsa iptali istemiyle genel kurula
başvurma yetkisi ile donatılmıştır. Yine esas incelemesi sırasında Bölümlere, hak ihlalinin bir
idari işlemden kaynaklandığı sonucuna varırlarsa, idari işlemin iptaline karar verme yetkisi
verilmiştir. Dolayısıyla temel hak ve özgürlükleri ihlal eden idari işlemler bakımından AYM,
idare mahkemeleri ve Danıştay’ın yetkilerini de kapsayan bir yetkiye sahip olabilecektir.
Kanun Tasarısının en tartışmalı ve Türk Yargı sisteminde yüksek yargı makamları
arasında mevcut dengeyi bozacak düzenlemesi ise: bireysel hak ihlalinin bir mahkeme
kararından kaynaklandığına hükmedilmesi halinde AYM’ye bu mahkeme kararını iptal etme
yetkisi verilmiş olmasıdır. Bu düzenleme, yargı erkinin de sahip olduğu egemenlik
yetkilerinin kontrollü şekilde kullanılması için yüksek yargı makamları arasında
paylaştırılması gereğini bozduğu için sakıncalıdır. Ayrıca, geleneksel olarak Anayasa
denetimi teorik ve pratik geçmişi olan, temel hakların korunmasına yönelik özel olarak
yetkilendirilmiş bir mahkemeye tümüyle bambaşka bilgi ve birikime dayalı hukuki konuları
içeren yargı kararlarında son sözü söyleme yetkisinin verilmesi sakıncalıdır. Hem Yargıtay
Hukuk ve Ceza Daireleri ve hem de Danıştay kendi geçmiş kararları ışığında bir teorik ve
içtihadi birikime göre oluşan mantık silsilesi içinde karar vermektedirler. Bu kararların temel
hakları çiğnediğine karar verilmesi AYM’nin yetkisinde olmakla birlikte bu sonuçların
giderilmesi için yeniden yargılama yapmak üzere yine bu yargı makamlarına takdir hakkının
bırakılmalı ve temel hakkın ihlal edilmeden ne yönde karar verileceği gösterilerek son kararı
verme yetkisi tanınmalıdır. Aksi halde AYM’nin birikimi ve donanımı itibariyle tam
anlamıyla nüfuz edemeyeceği ve en ideal çözümü geliştirmesinin imkânsız olduğu hukuki
konularda son kararı vermesine yol açılacaktır.
Bu tasarı ile getirilmek istenen, temel hak ihlallerini iç hukuk sisteminde gidererek
AİHM’yi devre dışı bırakmak anlayışı, iyi niyetle ve doğru şekilde yapılırsa prensip olarak
yadırganabilir veya ayıplanabilir bir düşünce değildir. Ancak, AİHM’nin bir ulusal üstü yargı
mercii olarak oynadığı misyon ve bu mahkemenin ortaya çıkışının sebepleri doğru şekilde
anlaşılmadan üretilmeye çalışılan çözüm ne yazıkki gerçek sorunlara çare olamayabilir.